Cuma, Mart 25, 2011

parça parça

bir biri arkasına sıralanmış yitik onca hikaye. her biri mutlaka yarım bırakılmış, bir sonrakine hevesli biraz daha az özenli, 'evet' tekrar yazıyorum ve bilmiyorum ne kadar yarısında bırakabilirim bir yenisini, dilin yok ki senin isyan edesin, benim de zaten bir güzellik arayışım yok artık neden yarım kalasın...

-tadını biliyor olmam güzel bir kadının dudaklarını hayal edemeyeceğim anlamına mı gelmeli?

yazmak isterim elbet bir ton ağırlığınca, içinde ne gitmek üzerine bir çağrışım ne yanlızlık... rengi gri olan ne var ise aniden bastırıvericek şiddetli bir yağmurla eriyecek, rengi gri olan her şeyi bilmeyerek anlatmak istemek.
kabul ediyorum bu metaforu ya bir önceki kazıntımdan çaldım ya da bilge karasu dan ve hatırlamıyorsam eğer iyi bir şey olarak kazıyorum.
soru mesela. işte cevaplarını aramadığım sorular ya da çözümlü bir dünya da soru'suz yaşamak diyelim. bunlardan öte sevdiğim bir laf var sevdiğim kadına söylediğim.
'Hastayım Sana...'
bir film de karşıma çıktı bir an tereddüt ettim ordan mı çalmışım diye,
bir insan evladı olarak bu tereddütleri yaşamak belki garip değildir, her şeyin her şekilde çalınabilirliği üzerine kurulu bir gezegende yaşıyorsak lakin ben sevmiyorum bu gereksizliği...

temel dursun adriana lima lı bir fıkradan bağlanmış bir amaç uğruna bunları yazıyor olduğum gerçeğini unutamıyorum bir de.

saygıyla...